„Neden başka yere otur muyorsunuz yeterince yer var dimi?” diye başlıyor kadın, bütün rahatsızlığı, tepişmeleri ve çekişmeleriyle beraber. “Artık rahatsız edilmeden tramvaya bile binilmiyor. Vergilerimizden fayda sağlayanlar en azından münasip davranmalılar. Sanki bizim göreneklerimize uyum sağlamak çok zormuş gibi. Neden herkes buraya gelip duruyor. Sizi davet eden mi oldu?” diye devam ediyor. „Bizim kendi işsizimiz bize yetiyor, bi de bunlar kaçak çalışıyorlar. Sanki kontrol edilebilirmiş gibi, zaten hepsi birbirine benziyor. En azından bize gelmeden önce isimlerini değiştirmeleri istenebilmeli. Zaten başka da bir ipucu yok (…) Bu arada keskin kokuyorsunuz. Tabiki bunu kimse size yasaklayamaz! (…) Sanki Türkler ve İtalyanlar yetmiyormuş gibi şimdi bi de Afrika’nın yarısı geliyor. Hans’ım sürekli söylerdi, birisini bırakırsak, hepsi güruh halinde gelirler. (…) Defedemiycez bunları. Bu şekilde giderse, yakında sadece Türkler, Polonyalılar ve zenciler olacak burda…”.

Bu sözler “Schwarzfahrer” (Kaçak Yolcu) filminden kesitler. Kendini, kendi üzerine notları ‚Nomade mit Heimweh’ (Ev hasreti çeken göçebe)’de „Ich bin ein moderner Nomade“ (Bir modern göçebeyim) olarak tanımlayan Pepe Danquart 1992/93 yılında 12 dakikalık bu filmi belli ki çok da modern olmayan, hatta göçebe olmayan göçmenlere adamış. Film bir kelime oyunu ve ironi üzerine örülmüş, yabancılığı, yabancı düşmanlığını, toleransı ve sessizliği konu eden güzel bir film. „Schwarzfahrer“ iki anlamı içinde barındırıyor ve bu şekilde filmin içeriğine de oldukça güzel uyuyor: kaçak yolcu ve siyah yolcu. Berlin’de bir sokaktan klasik denilebilecek bir görüntüyle başlayan film, başka, o zamanların tipikleşmiş bir karşılaşmasıyla devam ediyor. Yaşlı bir kadın ve afrika kökenli genç bir adamın tramvaydaki karşılaşmaları, bir taraftan Almanya’nın bir yüzünü irdelerken, diğer taraftan belli bir değişmeye ve kuşaklar arası farklılıklara vurgu yapıyor. Burada yaşlı kadın ve genç adam iki ayrı kuşağı, dolayısıyla iki ayrı Almanya’yı sembolize eden figürler. „Göçmen“ – „yerli“ çekişmesinde „yabancı“ya karşı önyargıların kullanıldığı bu film „göçmen“-gündelik deneyimini eğlenceli bir şekilde izleyiciye sunarken bunların altını bir kez daha çiziyor. Sessizliğin ve tepkisizliğin vurgulandığı film sadece diğer taraftan bilindik bütün klişeleri kullanıyor: Eğlence ve agresifliği arka arkaya parlayıveren Türkçe konuşan gençlik.

Bu filmi ilk seyrettiğimde bunca yılın üzerine değişen neler var diye sormaktan kendimi alamadım. Bu sorunun sorulmasıyla da beraber irili ufaklı bir çok örnek, haber ve hatta anı su yüzüne çıkıyor. Artık “göçmen”likten, “göç kökenli” ve hata “türk-alman”, “rus-alman” vb.ne terfi etmiş “göçmen” varlığı hala sosyal ve ekonomik dalgalanmaların, bozuklukların, çıkışsızlıkların günah keçisi durumunda. Yani türk-alman olmak, sadece ve sadece alman vatandaşlık haklarından herkes gibi yararlanmayı getirmiyor beraberinde. Tabiki tablo bu kadar da olumsuz değil, ehh bu yazının amacı ötekileştirmeleri görünür kılmak olduğu için, ağırlığı bir tarafa veriyoruz. Son günlerde Almanya’daki sosyal devletin varlığı ile ilgili meşguliyetlerde göç kökenlileri sıkça olduğu gibi konunun en önemli parçalarından biri haline getirdi. Sosyal devletin en önemli göstergelerinden kabul edilen, eğitime ayrılan bütçe, eğitim kalitesi ve ihtiyaçların giderilmesi ve işsizlik parası Hartz-IV-Tartışmaları kapsamında tekrar düzenleniyor. Sosyal yardımın ve işsizlik parasının ‚tembeller’ için olduğu söyleminin yeniden gündeme gelmesi ile, toplumdaki tembeller ve kültürel olarak tembelliğe yatkınlar yeniden gündemde. Ötekileştirmenin en çabuk su yüzüne çıktığı çatlak.