Geçen ay Great Russel Street üzerinde bulunan Sendika merkezinde London Organiser Network (LON) tarafından ayda bir düzenlenen „Göçmen İşçilerin Örgütlenme Tecrübeleri“ konulu bir toplantıya katıldım. Sendika çalışanları ve üyelerinin katıldığı bu toplantılarda „örgütleme“ bakış açısı ile yeni bir sendika hareketine katkıda bulunmak isteyenler bir araya geliyorlar. Yaklaşık olarak 40 kişinin katıldığı bu toplantıda, New York merkezli Workplace projesinin kurucularından olan Jennifer Gordon, göçmen işçilerin sosyal hak mücadeleleri üzerine deneyimlerini aktardı.

Konuşmasına İngiltere ve Amerika arasındaki göçmen işçilerin statü farkını anlatarak başlayan Jennifer, Amerika’da çoğu Latin Amerika ülkelerinden gelmekte olan 12 milyonun üzerinde kağıtsız göçmenin yaşadığını belirtti. Bu sayı toplam çalışan nüfusun yüzde beşini oluştururken; tarım sektöründe toplam çalışan sayısının yüzde ellisini, gıda üretimi ve temizlik gibi sektörlerde ise yüzde yirmi beşini geçmekte.

Amerika’da kağıtsız işçiler, statülerinin belirsizliğine rağmen asgari ücret ve sağlık sigortası gibi temel haklara sahipken, işşizlik sigortası gibi diğer sosyal haklara sahip değiller. Sınır politikaları, iş yeri kontrolleri, polis baskısı, göçmenliği bir ‘güvenlik’ sorunu olarak tanımlayan baskın söylemler ve sosyal kurumların bu kişilere yönelik politika üretmemeleri, göçmenlere dair ‘görünmezlik’ politikalarını yeniden tanımlarken, kağıtsız göçmenler için farklı ‘hak rejimi politikalarının’ oluşmasına yol açıyor.

Bunun en somut örneği; işverenlerin, haklarına sahip çıkmak isteyen işçilere karşi “sınır polisine haber veririm” kozu ile bir korku politikası yaratırken, sendika ve diğer sosyal kurumların bu alanlarda sessiz kalması ve bunun bir çaresizlik durumunun ortaya çıkmasına yol açıyor olması. Ödenmeyen maaşlardan tutun da, kötü ve sağlıksız çalışma koşulları buna örnek olarak verilebilir. Burada temel soru, göçmenlerin sahip olduğu hakları nasıl işlevsel kılabilecekleri ve hangi örgütlenme biçimlerinin göçmenlerin mücadelesinde etkili olacağıdır.

Bu verilerden yola çıkarak, Jennifer Gordon, konuşmasında kendi mücadele deneyimlerini anlattı. Derneği kurduklarında amaçlarının demokratik işleyen ve şeffaf  yapısı olan bir örgütlenme biçimi kurmak istediklerinin altını çizen Jennifer, amaçlarının kağıtsız çalışanlara iş hayatı içinde sahip oldukları haklara dair hukuki destek vererek, örgütlenmenin önünü açacak yöntemler geliştirmek olduğunu belirtti.

Kendi deneyimlerini anlattığı çalışma, New York eyaletinde Long Island adasında genel olarak refah düzeyinin yüksek olduğu bir semtte, göçmenlerin ağırlıklı olarak ev içi hizmet ve inşaat sektöründe veya gündelik işçi olarak çalıştıkları yerde geçiyor. Dernekteki çalışmalara ilk etapta İspanyolca olarak Amerika’da işçi tarihi ve işçi hakları üzerine seminerler vererek başlanmış ve göçmenlerin kağıt üzerinde güvenlik, sağlık ve asgari ücret gibi konularda sahip oldukları hakları öğretilip, tartışılmış. Sahip olunan haklar bazında kendi çalışma koşullarını betimleyen işçiler, gerçek ile kanunun sunduğu çerçeve arasındaki fark gözler önüne serildiğinde, “peki ne yapılabilir” sorusunu ortaya atmışlar. Kanunların uygulamaya konulması sırasında gücün önemli bir faktör olarak ortaya çıkmasının tartışılması ile başlayan bu süreçte, hangi örgütlenme süreçlerinin başarılı olacağı tartışılmaya başlanmış.

Örgütlenme süreçlerine örnek olarak, sokak başında bekleyen gündelik işçiler için her sabah bir calışan/aktivistin gidip ortaklaşa bir gündelik fiyat belirlenmesine katkıda bulunduğu  ve bu sayede sokakta bekleyen işçilerin birbirleriyle fiyat rekabatine girmesinin önlendiği verildi. Diğer bir örnek ise eviçi hizmet sektöründe çalışan işçiler için, iş bulma ajanslarına baskı yaparak çalışanlar için uzun süreli iş sözleşmesi yapılması olmuş.

5 yıl içinde üye sayısı 500 kişiyi bulan dernekte, çalışanların iş yerindeki haklarını arama dışında, eyalet düzeyinde yeni bir yasa çıkarılması için de başarılı  bir kampanya düzenlenmiş. Çalışmaların meyvelerinin toplandığı diğer bir alan ise bu konuda sendikaların değişen tutumu olmuş: 1990’lı yıllar boyunca kaçak işçilere karşı mesafeli duran Sendika yönetimleri, 2000’li yılların başından itibaren özellikle tarım, gıda üretimi ve temizlik gibi sektörlerde kaçak işçilere ulaşmadan işçileri örgütleyemeyeceğini anlayınca, bu tip derneklerin elde ettiği başarıları da göz önünde bulundurarak bu konuyu sahiplenmeye başlamış. Almanya’da benzer örnekleri olan hak mücadelelerini bir başka yazıda ele alacağım.