Gurbette Bayram Sabahı

Aziziye Cami - Londra

Aziziye Cami - Londra

Gurbette Garip

Nişanyan’ın hazırladığı Çağdaş Türkçe Etimolojik Sözlüğü’ne göre gurbet ve garip “güneşin battığı” yer anlamına gelen Arapça garp kelimesinden türemiş. Kelime “uzaklaşma” ve “batma” birincil ve “yabancı” ve “tuhaf olma” türevsel fiil anlamlarına sahip. Bu ortaklık gurbet kelimesiyle ilgili basit bir internet taraması yaparken karşıma çıkan “gurbette garip” tanımlamasıyla dikkatimi çekmişti. Osmanlı’nın son dönemlerine doğru çeşitli nedenlerle memleketlerinde tutunamayıp tahtın ayağına savrulan genç ve bekar erkekleri tanımlayan “garip yiğitler” kavramını hatırlamış, bir tür yabancılaşma halinin mekansal (gurbet) ve durumsal (garip) biçimleri arasında kurulan koşutluk bana oldukça derin gözükmüştü.

Hele ki, “gurbette ölen şehittir” gibi bir hadisin olduğu rivayet ediliyor ki, göçebeleşmiş İslam’a dair tartışmalarda Hicret (göç) kavramından sonra en çok vurgulanan ikinci kavram seti Dar-ül İslam (teslimiyet-yurdu) ve Dar-ül harp (çarpışma-yurdu) arasındaki ayrımı anlamamız açısından oldukça önemli bir algıya işaret ediyor. Gurbette ölen şehittir, zira gurbet, “ulaşma”, “buluşma yeri” anlamına gelen sıla kelimesinin değili olarak kişinin aidiyetine kaynaklık eden kökenden uzak mekan ve kendine yabancı olduğu bir duruma işaret eder. Böylesi bir koşulda kendi benliğine, kimliğine sahip çıkmak cihat (gayret) olarak takdir ediliyor olmalı ki cennet (korunaklı bahçe) ile ödüllendirildiğine inanılmış. Ne de olsa herkesin senden olduğu bir iklimde kendine sahip olmak daha kolay olsa gerek.

Gurbette Bayram Gariptir

Türkçü-muhafazakar fikriyatın ruhunu elinde tutan bir metin olan Yahya Kemal Beyatlı’nın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri şu görkemli dizelerle başlıyor: “Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede, Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye’de. Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi.” “Gök kubbemiz altında bu bayram saati” dizesi “gurbette garip” olmanın mekansal ve durumsal olarak tam zıttı bir hale işaret ediyor olmasıyla kavramı anlamamız açısından önem kazınıyor. Zira, “kendi gök

kubbemiz altında” eşsiz bir mekan tarifi veriyor. Bu kubbenin altını bize mekan kılan ise kuşkusuz bizi belirli bir vakitte bir başka kubbe, Süleymaniye’de buluşturan inanca olan teslimiyet. “Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi” ise bir coğrafyayı vatanlaştıran tarihselliğe işaret ediyor.

Bana tüm bunları düşündüren yine bir gurbette gariplik mevsiminde olmamız. Gurbette bayram geçirmenin Türkiyeli göçmenlerdeki melankolik tezahürü benim için gurbet– ve sıla-mekan arasındaki farkın üzerine düşünebileceğimiz eşsiz bir olgu sunuyor. Söz gelimi, kızının nişanı için birlikte Türkiye’ye yolculuk ettiğim, babasının gurbetliğine 16 yaşında ortak olmuş Ali Ekber bu aceleye gelmiş dünür ziyaretinin bayrama denk geldiğini fark ettiğinde duraksamış ve “biliyor musun bu 28 yıldır Türkiye’de gireceğim ilk bayram olacak” demişti. Kendisiyle tanıştığımız ilk günden beri Norveç’te sosyal hayatın olmadığından yakınıyordu Ali Ekber. Türkiye’de, sokağa çıktığında, bir dükkana girdiğinde hiç tanımadığın birine “selamün aleyküm” dediğinde aldığın samimi karşılık söz gelimi.

Bayramın Mekanı ve Zamanı

Kuşkusuz İslam evrensel bir din, namaz ve oruç mekandan bağımsız olarak yeryüzünün her hangi bir noktasında yaşanan tüm inanlara koşulsuz ödev kılınmış ibadetler, ve kuşkusuz bayram gibi kutlamalar da. Fakat, her kültür ve inancın kendi tarihselliğini kurmasında araçsallaşan bir zaman algısı ve bu zamandan şekillenen bir mekansallığı ve yaşam-dizemi var.[1]

Tıpkı Ali Ekber gibi mekansal ve zamansal kurgunun İslam kültürünün göre belirlenmediği coğrafyalarda yaşayan milyonlarca birinci kuşak göçmen için bayramlar gurbette, noksanlıkta ve garip oldukları hatırlatan bir vaka oluyor. Bu yoksunluğu hissetmek için sadece bir inanç olarak İslamın takipçisi olmak zorunluluğu yok elbet. Zira, mekan-zaman kurgusu üzerinden bir yaşam dizemiyle kültürleşen inanç ait olduğunuz toplumsallığın önemli bir belirleyeni oluyor. İslamın şekillendirmiş olmasına rağmen dini-bayramların sekülerize olmuş toplumsal ve kültürel etkinlikler olarak deneyimlenebileceğini de not etmek gerek. Söz gelimi, Ali Ekber bir Alevi olarak camiye giden, bayram namazı kılan bir insan değil. Fakat, Türkiye’de bayram-zamanın getirdiği olağan-olandan-farklı toplumsallığı içselleştirmiş biri olarak İslam inancın neresinde durduğundan bağımsız bu şenliğe ortak görüyor kendini.

Bunun bir diğer açığa çıktığı durum yurt-dışında bulunan ama İslam inacının tüm gereklerini takip etmeyen bir çoklarının tebriklerini aksatmamak için bayramın hangi gün başladığını hatırlamaya ilişkin göstermeleri gereken fazladan gayretle açığa çıkıyor. İslam inancına dair yaşam-dizeminin hissedilebilir olduğu yegane mekanlar olan camilerde[2] dahi bayramın gelişi bir kaç küçük ilan ve saatli maarif tavimiyle işaretlenmiş iken bu mekanı paylaşmayanlar bayramın gelişini haber veren gösterenlerden bütünüyle yoksun kalıyor.

Diğer yandan, gurbet ve sıla-mekan arasında farklar bayramın mekanlaşması konusunda da belirginleşiyor. Anavatanda tüm bir kamusal hayatı belirleyen ve gündelik yaşamın içinde mekansallaşan bayram; gurbette, ulus, dil ve cemaat üzerinden yanyana gelen küçük göçmen topluluklar yerelinde kurumsallaşan camilerle sınırlı etkinlikler olarak yaşanıyor.[3] Bayramın öncesinde bayramın etkinlikselleşmesine ilişkin gerekli olan kurban kesimi, baklava yapılması, caminin olağandan fazla sayıda kişiye hizmet vermek üzere hazırlanması gibi çalışmaların tamamlanması gerekiyor. Olağan bir namaz vaktinden daha kalabalık bir katılımcının geleceği bilindiği için bayram namazları Türkiye’den farklı olarak birbirini takip eden iki ayrı zamanda kılınıyor. Geç kalanlar caminin uygun bir alanında bir sonraki seansı bekliyor. Günün erken saatinde kılınan bayram namazı bir çok göçmenin camide buluştuğu ve bayramın, görece dar aile çevreleri dışında, toplusamsal olarak deneyimlendiği yegane vaka oluyor.

Fakat, belirtmek gerekir ki, kamusal takvimde tatil olmayan bir günde bu etkinliğe katılmak işleri gereği kimi göçmenler için mümkün olamıyabiliyor. Tıpkı Ramazan’da olduğu gibi İslam inancının gerekleriyle uyuşmayabilir işler yapan kimselerin yaşamında bayram-zamanlar daha da ağırlaşıyor.

Ali Ekber ile 28 yıl sonra Türkiye’de geçirdiği ilk bayramı üzerine sohbet ederken çok şeyi değişmiş bulduğunu söyledi. Bir çok gurbetçinin Türkiye’deki sıla-zamanlarına ilişkin ortaklaştıkları “eskiden biz geldiğimizde köyün en uzak evindekiler bile ziyaretimize gelirdi, şimdi kendi soyumuz[4] bile kapımızı çalmıyor” hayıflanmasını hatırlatır biçimde çocukken köyde geçirdikleri bayramları, bulabildikleri bir kaç kuruşla ilçe sinemasına kaçmalarını anlattı.

Gurbette Bayram Şiirleri

Geride bırakılanların ve geçen yılların onulmaz biçimde eksiltiği bir hayat en çok bayram-zaman gibi dönemlerde hissediliyor. “Gurbet” oldukça zengin ve çeşitli kültürel ürünlere ilham kaynağı olan bir kavram. “Gurbette bayram” üzerine düşünmemi zenginleştirecek kaynaklar ararken tesadüf ettiğim bir kaç şiiri paylaşmak isterim.

siz gurbette bayram sabahı nasıl olur bilir misiniz

öyle tatlı telaşlar koşturmalar yoktur mesela

olağan günlerden biridir

belki biraz daha buruk

(Emoş)

En mübarek günde, hasret çekeriz

İki büklüm olup boyun bükeriz

Ateş sönsün diye yaşlar dökeriz

Bu gurbet ellerde bayram sabahı

(Mikdat Bal – Hollanda)

Bayram sabahı hüzünle kalkar giderim

Gurbetteyim yok kimim kimsem derim

Başım eğik giderim namazıma

Niyazımda ‘Kimsesizim bu ellerde Allah’ım!’ derim

(Ertuğrul Zengin – Bişkek)

Ne halden bilen var ne hatır sayan

Burada pek makbul insana kıyan

Muteber bilinir sözünden cayan

Çekilen çileler bir gün dolmuyor

Gurbette bayramlar bayram olmuyor

(Mehmet Faruk Hatiper)

Yaram kanar, kabuk bağlamaz

Gözyaşlarım akar, durmaz

El oğlu halim anlamaz

Gurbette bayram sabahı

(Ozan Ayten – Washington)

Ana, baba, kardaş, yar yok yaran yok

Nar olur gurbette bayram sabahı

Hasta olsan hallerini soran yok

Zor olur gurbette bayram sabahı

(Hakkı Şener)


[1] Anthony Gidden “Modernizmin Sonuçları” kitabında mekan-zaman kurgusundan şekillenen yaşam-dizeminin modernleşmeyle birlikte nasıl dönüştüğüne ilişkin oldukça önemli bir tartışma yapıyor.

[2] Müslüman coğrafyadan gelen göçmenlerin anavatandan daha güçlü “dinsellik” gösteriyor olması göç-koşullarında İslam üzerine yapılan bir çok araştırmanın ortaklaştığı temel bir bulgu olarak karşımıza çıkıyor. Bayram-zamanlardaki duygusal seferberliğin işaret ettiği gibi bir çokları için göç-mekanda noksanlığı hissettiği toplumsal ve kültürel ihtiyaçların giderilebileceği yegane mekanlar camiler. Norveç’te görüştüğüm genç bir imam, Türkiye’den çok farklı olarak din-görevlilerinin yurt dışında “hem bir öğretmen, hem bir psikolog, hem bir hoca, hem bir dost, hem bir danışman, hem bir toplum önderi” rolü üstlenmek zorunda kaldıklarını söylemişti. Kuşkusuz bu ihtiyaçlar doğrultusunda camilerin toplumsal ve kültürel bir alan olarak kullanılıyor olmasıyla “dinselliğin” ölçülmesini sorunsallaştırmak gerekiyor.

[3] Gurbet-mekanda bayramın bir kapalı ve dar ortam etkinliği olarak sınırlı kaldığını örneklemek için Norveç’te gerçekleştirilen bir bayram buluşmasından ilişikteki fotoğrafları dikkatinize sunarım. http://yukarikayalar.wordpress.com/2007/10/14/gurbette-bayram-sabahi-oslo-2007/.

[4] Aynı geniş aile üyeleri anlamında.