Londra’da Herkes Ankaralı

Ankara - Londra Hattı (Dijital Kolaj, Besim Can ZIRH 2010)

Ankara - Londra Hattı (Dijital Kolaj, Besim Can ZIRH 2010)

Mahalleden bir Enstantene… Letter Mevzu

Genç adam dükkandan içeri giriyor ve Ali Bey’i soruyor. Kısa bir takdimle High Hopes Avukatlık Bürosu’ndan Ahmet Bey’in selamı olduğunu söyleyerek, Ali Bey’in kendisine letter verip veremeyeceğini soruyor. Ali biraz isteksiz, geçen ay beş Ankaralı’ya daha letter verdiğinden yakınıp, Ahmet’in kendisinden başka dükkan sahibi tanıyıp tanımadığını soruyor. Genç adam bir şey bilmediğini, Ahmet’in dediklerini yaptığını, Ali’nin vereceğinin eni sonu bir letter olduğu ve yardımcı olsa ne olacağını soruyor.

Ali letter yazmayı kabul ediyor ve boş bir masaya oturuyorlar. Genç adama bir şey yiyip yemiyeceğini soruyor. Genç adam daha yapacak çok işi olduğunu söyleyerek teşekkür ediyor. Çaylar söyleniyor ve genç adam yanında taşıdığı dosyadan temiz bir A4 kağıdı ve kalem çıkartarak yazmaya başlıyor. Ne Ali ne de genç adamın İngilizcesi böyle bir mektubu yazmak için yeterli değil. Genç adam yanında getirdiği örnek letterdan bir kaç cümlenin yerini, yazan ve referans olunan kimsenin isimleri ve tarihi değiştiriyor. Ali imzalıyor. Ali genç adamın ne iş yapacağını soruyor. Genç adam, “fotoğrafçılık” diyor. Türkiye’de üniversite okumuş, okuldayken amatör olarak ilgilenmiş. Zaten başvuruda belirtecek başka bir altın bileziği de yokmuş. Ali gülümsüyor, geçen yıl Türkiye’den getirdikleri, çayları getiren dayısının oğlunu işaret edip, “bak bu da fotoğrafçı” diyor. İki Ankaralı genç kısa süreli bakışıyor.

Genç adam, Ali’den aldığıyla birlikte o gün toplam beş letter topladı. İki tane kebapçıdan, bir tane shoptan, bir tane saz okulundan, bir tane de yeni açılan Türkiyeli bir sanat evinden. Letterların yazdığı hep aynı şey: Bu mektubu yazan şu kişidir, şurada şu işi yapmaktadır, başvuru yapan kişiyi tanımaktadır. Kısacası, genç adam iş kurma vizesi aldığı ve sunacağı hizmete ihtiyaç duydukları takdirde kendisinden hizmet satın alabileceklerini belirten basit bir referans mektubu mevzubahis olan.

Londra’ya Altına Hücum.

Kısa letter anektotu son yıllarda Londra’nın Türkiyeli mahallelerinde her hafta yüzlercesi yaşanan benzeri hadiselerden hikayeleştirilmiştir. Halk arasında “Ankara Anlaşması” olarak bilinen, Türkiye’nin Avrupa’yla olan uzatmalı ilişkisinin ilk flörtleşmelerinden, bir ortaklık belgesinin keşfiyle başlayan yeni bir göçmenlik döneminden insan manzaraları. Bu anlaşmaya değinmeden önce Türkiye’den Britanya’ya yaşanan göçe ilişkin kısa bir arkaplan betimlemek gerekiyor. Söz gelimi, Ali ve Ahmet’in ilişkisine dair.

Zamanın ve hayatın yavaş aktığı bir Anadolu kasabasında sıkışmışken Londra’dan gelen bir telefonla başlıyor hikaye. Altı ay öncesi gidip oralarda düzenini kuran ağabeyi Ali’yi çağırıyordu o telefonda yanına, Londra’ya. Henüz Türkiye’ye vize kısıtlamasının uygulanmadığı yıllardı. Ali, önce il merkezi ve Ankara’da ülkeden çıkışı için gerekli belgeleri toplamış, ardından İstanbul’da akrabalarının yanında bir hafta misafir olmuş, Londra’dan önce İstanbul’u da görmüştü. Asıl niyetini gizler düşüncesiyle varsıl bir adam gibi görünmek için Manifaturacılar Çarşısı’ndan yeni bir takım, bir de bavul almış, havalimanında on katı parasına damat tıraşı olmuştu. Londra’ya iç-güveysi gidiyordu. Ağabeyi kahveye açtığı telefonlarda gümrükte yapması gereken her bir şeyi tek tek anlatmıştı defalarca;

“Düğüne geldim diyeceksin,” “hiç korkma burada polis sana elini bile süremez,” “çok zorlarlarsa gönderdiğim parayı o zaman gösterirsin,” “ama önce verdiğim adresi, telefon numarasını göster,” “eğer bir şey olacak olursa telefon etmek istediğini söyle, bir avukat arkadaş seni havaalanında bekliyor olacak zaten.”

Ahmet işte o avukat arkadaştı. Londra’da şubeleşmiş bir sol örgütün dil bilen genç üyesi olarak, sempatizan olan ağabeyinin ricasıyla karşılamaya gitmişti Ali’yi. Avrupa’da vizesiz kalan tek ülke Londra’ya gelişler 1980’lerin sonuna doğru hızlanıyordu. 1989 yılına gelindiğinde Anadolu’nun onlarca yöresinde, yüzlerce kahve telefonu “acı acı” çalarak İngiltere’nin Türkiye’ye vize uygulamaya başlayacağı haberini yayıyordu. Sırasını bekleyenler bu haberle birlikte gidiş takvimini hızlandırmaya başladı. Vize kısıtlaması gelişleri durduramadı.

Uygulamadan önce ülkeye akraba düğününde takı takmaya, yeni yıl kutlamaya, Fenerbahçe maçı izlemeye gelip sonradan “illegale düşen” ve dönmeye de pek niyetli olmayan binlerce “turist” iltica ederek kalışlarını yasal güvenceye aldı. Geç kalanlar ise bir şekilde gümrük kapılarına ulaştıktan ya da şebeke vasıtasıyla ülkeye girdikten sonra iltica başvurusu yapıyordu.

Britanya kendi özgün tarihsel koşulları nedeniyle Türkiye’den Avrupa’ya yaşanan göçlerden muaf kalmıştı. Yoğun iltica-göçleri başlamadan önce bu ülkede yaşayan Türkiyeli göçmen nüfus, çoğunluğunu 1971 ve 1980 darbeleri öncesi ya da sonrası siyasi ya da yarı-siyasi olarak gelen öğrenci ve Londra merkezli tekstil sektörünün özel kanallarla Türkiye’den çektiği küçük bir kalifiye iş gücünden ibaret, bir kaç bin kişilik bir topluluktu.

Vize uygulamasının başladığı 1989 Haziran’ı ile iltica başvuru koşullarının ağırlaştırılmaya başlandığı 1994 tarihler arasında son fırsatı kaçırmak istemeyen onbinlerce insan Avrupa’nın bu son bakir toprağına “altına hücum” etti. Londra’da hali hazırda kök salmış bir kaç sol örgüt bu dalgayı yönetmekte oldukça uzmanlaştı. Kimi zaman gümrükte biriken insanlarla nasıl baş edeceğini bilemeyen resmi kurumlar doğrudan Türkiyeli toplum merkezlerini arayarak yardım istiyordu.

Asıl yaptıkları resmi başvuru formlarını doldurmak olan bir avuç “üniversiteli-okumuş” genç, kırsal bölgelerden gelen binlerce insanın sistem tarafından kayıt altına alınması ve dolayısıyla sistemin olanaklarından pay almalarına uğraşarak geçirdi yirmili yaşlarını. “Avukat” yakıştırması bu yıllardan kaldı. Bu dönemde öne çıkan isimlerden birinin 40 bin iltica başvurusunu bizzat hazırladığı hala yaygınca anlatılan efsanelerden biri Londra’nın Türkiyeli mahallelerinde. O yıllarda bu işi bağış karşılığı örgütün yararına yapan Ahmet bugün, yasal bir boşluğun keşfiyle başlayan Ankara Anlaşması furyasından para kazanan bir hukuk bürosunda case worker olarak çalışıyor. Hukukun bir serbest piyasa alanı olduğu bu ülkede Türkçe bilen ve Türkiyeli toplumu yakından tanıyan bir kişi olarak “avukatlık” yapmaya devam ediyor.

A.E.T.’den A.B.’ye Unutulmuş Bir Anlaşma…

Peki nedir bu Ankara Anlaşması? Belçika, Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Hollanda ve Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve adını toplantının yapıldığı başkentten alan Ankara Anlaşması, Türkiye’nin AET’ye entegrasyonunu kolaylaştıracak bir dizi ticari ve ekonomik ilişkinin tesisini öngörmekteydi. “Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Türkiye arasında ortaklık tesis eden Anlaşma” olarak anılan bu belgenin ikinci maddesi anlaşmanın amacını şu şekilde açıklıyor:

“Bu anlaşmanın amacı, taraflar arasında, Türk ekonomisinin hızlandırılmış gelişimini sağlamak ve Türk toplumunun istihdam seviyesi ve yaşam koşullarını geliştirmek üzere gerekli ihtiyaçları dikkate alarak, ticari ve ekonomik ilişkilerin devamlı ve dengeli güçlendirilmesini desteklemektir.”

Anlaşmaya göre Türkiye’nin AET’ye tam üyeliği 25 yılı aşmayacak üç dönemli bir süreç olarak düşünülmüş. Anlaşma, taraflar arasında ticari ve ekonomik ilişkilerde gümrük duvarlarının aşamalı olarak kaldırılmasını getirirken Türkiyeli işgücüne hareket serbestisini de geliştirmeyi öngörmüş. 23 Kasım 1970 tarihinde getirilen katma bir protokol bu çerçeveyi sıkılaştırarak yerleşme ve hizmet serbestisinin önü de açmış. Fakat, sonrasında Türkiye’de iki darbe arası ve sonrası yaşanan gelişmeler bu anlaşmanın gereklerinin uygulanmasına pek fırsat vermemiş olmalı. Bu yıllar boyunca Türkiyeliler 1970’lerin ortalarına kadar kontrata dayalı ziyaretçi işçilik, sonrasında aile birleşimi ve evlilik, 1980’ler sonrasında ise iltica yoluyla Avrupa’ya göç ettiler.

Bir Biyografide Üç Göçmenlik: Turist, Mülteci, İşadamı…

Anlaşmanın hatırlanmasına yol açan hadiseyi bu tarihsel çerçeve içerisinden değerlendirmek gerekiyor. 1984 yılında Britanya’ya bir aylık turist vizesiyle giren Abdülnasır Savaş vizesinin tarihi geçmiş olmasına rağmen ülkede kalmaya ve çalışmaya devam eder. Yapmış olduğu birikimlerle bir işyeri açarak iktisadi etkinliklerine devam eden Savaş, 1991 yılında “yasal ikamet izni” için Britanya makamlarına başvuruda bulunur. Savaş’ın başvurusu ülkede kalışını kendisine tanınan yasal çerçevenin dışında uzatmış olması nedeniyle reddedilir. Savaş’ı temsil eden hukuk bürosu AET ve Türkiye arasında imzalanan anlaşmanın dikkate alınmasını talep eden ek bir başvuru hazırlayarak davayı 1997 tarihde Avrupa Adalet Divanı’na taşır. Davayı 2000 yılında Savaş’ın lehine karara bağlayan mahkeme, yukarıda belirtilen katma protokole işaret ederek anlaşma hükümlerinin halen bağlayıcı olduğuna hüküm verir.

Abdülnasır Savaş Davası Londra merkezli hukuk büroları tarafından temsil dava olarak benzeri başvuruların yapılmasında kullanılır. Özellikle, Türkiye’den yapılan iltica başvurularının çoğunlukla reddedilmeye başlandığı 2000’li yıllarda keşfedilen anlaşma, Britanya’ya göç etmek isteyen Türkiyeliler için yeni bir yöntem olarak kısa sürede yaygınlaştı. Bu süreçte, Britanya’ya gelerek iltica başvurusu yapmış fakat davaları olumsuz sonuçlanmış bir çok kişi de Ankara Anlaşması’na başvurarak ülkede kalışlarını yasal güvenceye almaya yöneldi.

Londra’da Türkçe ve İngilizce dillerinde yayınlanan yerel gazetelerden biri olan Turkish Times’ın bilgi edinme hakkı yasasından faydalanarak yaptığı başvuru sonucunda edindiği rakkamlara göre, yanlızca 1 Ocak 2006 ve 28 Şubat 2010 tarihleri arasında 8,705 Türk vatandaşı Ankara Anlaşması’ndan faydalanmak üzere başvuru yapmış, bu başvuruların 7,035’i bir yıllık iş-kurma ve oturum vizesi almıştır. 2000 yılından bu yana ise toplamda 10,755 Türk vatandaşının başvuruda bulunduğu belirtilmiştir. Kısacası, aradan geçen 25 sene içerisinde, göçme stratejileri ve yasallık kazanma prosedürleri dışında değişen pek bir şey yok. Londra’ya altına hücum devam ediyor.

Yeni bir Hayata Nasıl Başvurulur…

Çerçevesi oldukça tanımlı olan bu anlaşmadan faydalanmak için Britanya İçişleri Bakanlığı (Home Office) internet sayfasından indirilecek bir başvuru formunun eksiksiz tamamlanarak belirtilen adrese gönderilmesi gerekiyor. Bu forma ek olarak, başvuru sahiplerinin kurmayı taahhüt ettikleri işi hayata geçirebileceklerine dair çeşitli belgeler de sunması bekleniyor. Söz gelimi, başvuru sahibinin gerekli vasıflara sahip olduğuna dair referans, sertifika ve diplomalar, taahhüt edilen işi ayrıntılı olarak açıklayan bir iş planı ve gerekli finansal birikime sahip olunduğu gösteren belgeler. Ve elbette ki, başvuru sahibinin kurmayı planladığı işe talep olduğu gösteren, potansiyel müşterilerden alınacak letterlar.

Gerekli belgelerin postalanması dışında başvuru süreci tümüyle ücretsiz. Elbette ki, başvuruyu tamamlamak için dil bilmek gerekiyor. İşte tam da bu noktada Ankara Anlaşması çerçevesinde oldukça önemli bir sektörün oluştuğunu belirtmek gerekiyor. Sektörün hacmini şu şekilde hesaplamak mümkün. Hukuk büroları vasıtasıyla yapılacak bir başvurunun ortalama maaliyeti 1,000 pound. Herhangi bir büroya bağlı olmadan “özel danışmanlık” veren kişilerin ücreti ise 500 pound civarında değişiyor. Bugüne değin 10,000 başvuru yapıldığı ve ortalama ücretin 750 pound olduğu düşünülürse, sektörün hacmini 7,500,000 pound olarak hesaplamak mümkün.

Bu meblağ sadece bir yıl için verilen ilk vize başvurularını kapsıyor. Başvuru sahibi yapmayı taahhüt ettiği iş konusunda başarı gösterdiği takdirde vizenin üç yıl daha uzatılması için ayrı bir başvuru yapması gerekiyor. Bu sürenin sonunda ise vatandaşlığın kapısını açan sınırsız oturuma sıra geliyor. Uzatma başvuruları ve muhasebe işlemleri için gereken “danışmanlık” ücretleri de bu hesaba katıldığında sektörün gerçek hacminin 10 milyon pound üzerinde olduğunu söylemek mümkün.

Neden Gitmek?, Her şeyimiz ayrı bir Rahatsızlığımız Ortak…

Ankara Anlaşmasına başvurmayı düşünen, Türkiye’den ziyarete gelmiş bir arkadaşımla birlikte başvuru sürecini başarıyla tamamlamış Arif ile buluştuk. Benzeri bir mesleğe sahip oldukları için mahalleden, Arif ile konuşmamızı tavsiye etmişlerdi. Arif Türkiye’de tamamladığı eğitimi ardından Kanada’ya yüksek öğrenim için gitmiş, beş yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye dönmüş ve altı ay kaldıktan sonra Ankara Anlaşması’yla Londra’ya gelmiş bir kişi. Oturduğumuz pubda biraz yeni gelmiş baharın hoşluğu, biraz sohbette konuşulanların melankolisiyle kısa sürede “sizli-bizli” girizgahtan “sen de bilirsin” kıvamına geldik. Arif Ankara Anlaşması’na başvurmaya nasıl karar verdiğini şu şekilde izah ediyordu:

“Bu yaşamsal bir karardı… Türkiye benim için yaşanabilir bir ülke değil. Kanada’ya giderken, okyanusu aştığımda her şeyi aşmışım. Türkiye’ye döndükten sonra bunu anladım. Rahat edemedim Türkiye’de. İstanbul’da 6 ay çalıştım. Güzel bir işte çalışıyordum. İstediğim yerde yaşıyordum. Ama yapamadım. Sosyal ortamı bana göre değil. Bu, ülkenin sorunu değil aslında. Senin yaşam standartlarınla ilgili bir sorun. Değişen sensin, değişmeyen Türkiye. Rahatsızlık buradan doğuyor. Bu ülkede böyle yaşamaktansa Kanada’da asgariyle yaşarım, kafam rahat olur, kişisel özgürlüklerim olur diyorsun.”

Tıpkı iltica dalgasında olduğu gibi Ankara Anlaşması’nın da suistimale açık olduğunu ve “yalan” başvurularla “istismar” edildiğini düşünen insanlar çoğunlukta.

Akrabasının berber dükkanında koltuk kiralayıp başvuranlar, temizlik şirketi kurma iddiasındaki ilk okul mezunu teyzeler, cafelerde gözleme açan cateringci ablalar, derneklerde bağlama dersi veren müzik şirketi sahibi abiler, fotoğrafçı garson gençler, İngilizcesi kıt halkla ilişkiler uzmanı üniversiteliler gibi fıkralık örnekler bu iddiayı destekler gözükse de belirtilmesi gereken birkaç nokta daha var.

Öncelikle, ekonomik olarak hayatta kalabilmenin oldukça zorlu olduğu Londra’da Ankara Anlaşması’nın sağladığı geçici ikameti uzatabilmek oldukça meşakkatli bir . Dolayısıyla başvurusu ne olursa olsun bunu başaran insanların Britanya ekonomisine ciddi bir katkı sunuyor. Diğer yandan, Türkiye’deki siyasal gelişmelerden rahatsızlık duyan orta-sınıfın da anlaşmaya yöneldiğini belirtmek gerekiyor. Kalifiye Göçmen Programları’ndan yararlanabilen genç mezunların aksine orta yaş üzeri orta-sınıf profesyonel kesimler için yurtdışına yerleşebilmek için ender seçeneklerden biri bu anlaşma. Londra’daki bazı hukuk büroları, Ankara Anlaşması’nın Türkiye’den başvurulara açıldığı 2009 tarihinden bu yana, hizmetlerini İstanbul, Ankara, İzmir ve Gaziantep gibi şehirlere taşıdılar. Dolayısıyla, bir çok insan işini gücünü bırakıp, yollara düşmeden de şansını deneyebiliyor artık.

Kısacası, Türkiye’nin bir türlü düzelmeyen meseleleri binlerce başka insanı da “yaşamsal karar” almaya itiyor. Avrupa’nın koşullarından haberdar olan, deneyimlemiş insanlar sahip oldukları toplumsal, sınıfsal ve de kültürel farklardan bağımsız olarak Türkiye’nin yaşam standartlarına karşı duydukları rahatsızlıklarda ortaklaşarak gurbet hasretine tutuluyorlar. Bir siyasi partinin dilinden haykıran “ya sev ya terk” sloganı ülkenin yalın gerçekliği olarak duyumsanıyor bir çok insan tarafından. Sevmesi kolay olmayan Türkiye’nin Avrupa’nın kıyasında kalmışlığı gitmek ve kalmak arasındaki ince çizgiyi daha da keskinleştiriyor.

Dolayısıyla, dert daha çok para kazanmak değil sanıldığının aksine. Arif’in tariflediği gibi toplumsal olarak rahat edememe halinden mustarip bir çokları. Kimisi kaldırımların yüksekliğinden yakınıyor, yaya geçitlerinde durmayan trafikten, diğeri şöyle rahatça oturabileceğin bir park bulamamaktan, bisiklete binememekten, otobüs şoförlerinin kabalığından, yüksek binalardan gözyüzünü görememekten, insanların gözünün içine bakmasından, akrabaların her şeyi bilmek istemesinden, hayattaki her durumda bir “arıza” çıkmasından… Ama özellikle kadınlar… bazen kendilerinin dahi tanımlamakta zorlandıkları bir “rahatlıktan” dem vuruyorlar… rahat giyinmek, rahat dolaşmak, bir yere gidip rahatça oturmak… erkeğin buyurgan ve utandırıcı bakışlarından muaf olmaktan.

Uzayan sözün kısası, 1960’larda Türkiye’nin A.E.T.’ye entegrasyonunu kolaylaştırmak için imzalanan Ankara Anlaşması kırk yıl sonra Türkiye’nin A.B. dışı bırakılmışlığını by-pass eden bir anomali olarak belirmesi hikayedeki ironinin bir yüzü. Ankara’nın ne kadar Avrupalı bir kent olduğu tartışılır ama, ironinin diğer yüzü bu ya, Avrupalı olma yolunda Londra’ya gelen herkes bu aralar Ankaralı. Uzunca bir süre de böyle olacak gibi gözüküyor.